Tünelde

Şimdi yine bakıyorum gelip de geçene. Gelip de geçen üzerimden de geçiyor; ben bu yolun ışıklarını hiç tanıyamadım. Ey yolcu haber eyle: Bu yolun daha ne kadarı böyle tünel.

Gözlerde yanan ışıktan hep geçmek istedim. Geldim, gördüm, geçtim. Bitti, ne çok şey hem de, ama unutmadım. Şimdi geçen bahara bakar da gözlerim, ırmağa bulansa da gözlerin, ıslansa gelir miydim aklına. Her ışıklı olan gibi, bu kısacık ışıklı yolumuz da bitti işte. Sakın bakma arkana.

Afişler yaptım bir zaman, bildiriler yazdım. Mezopotamya’nın kraliçesi ilan ettim, Ortadoğu’nun tanrıçası yaptım, hiç görmediğim Munzur’un soğuk sularında onların ellerinden su istedim, onların elleriyle yundum birçok kez. Irmağa battı ayaklarımız, sırılsıklam olduk, gülüştük, bağrıştık. Birlikte boğulduk. Böyle ölümler düşledim de güldüm kendime.

Geç anladım. Kendimle en alay edebildiğim anlar en güzel zamanlarımmış. Daha fazla alay edebilecek kadar cürretim olsa isterim, daha ne isterim. Zamanın korkusu üstümüze sindi çünkü, ve böyle böyle en derinden bağlandıklarımıza yeteri kadar saplanamadık. Bundan büyük rezalet mi olur? Can babanın ruhu şad olsun, yeterince rezil olamamanın rezaleti bu işte. Başka şey değil.

2 comments:

dışında said...

bazen kendimizi en iyi tünellerde, dehlizlerde buluyoruz. belki de herşeyin daha bir farkında olarak.
özlemişim yazdıklarını :)

togliatti said...

farkindalik, farkindalik. nereye kadar be arkadas :)

arada tunellerde bir kahve molasi gerek. ya da birkac olsa daha iyi olur...