Ölüler için hayatta kalma rehberi

Bana midemi dindirecek birşeyler ver doktor. Gazetelerde bir kadının kocasına bağışladığı böbreğini geri istediği yazıyor. Sanki istediği böbrek değil ıspanaklı kol böreği. Nasıl rahat! O kadını boşver, sürekli kopyalamaktan başka da birşey bilmeyen moleküllerden ne gereksiz yaratıklar çıkıyor. Boşver şimdilik. Dediğim, karanlığı görmezden gelmemi istiyorlar. O maskelerden bana da bulaştıracaklar, şikayetim var - doktor, ben ne zaman şikayetimi sakladım ki senden ve herkeslerden. Sızlanmak nerde ve ne zaman ayıp ilan edildi? Bana kimse haber bile vermedi, ben yokken çalmışlar alarmları. Bunca sızının bir hesabı olmalı doktor: Mide bulantısı, beyin zonklayışı, ellerin titreyişi, daha kaç azap sığar bu sayfalara. Ama benim takatım kalmadı tüm bu olanları detaylıca listelemeye. Biliyorum keyifli zaferler çıkarıyorlar bu karanlıktan - zaferleri çenelerine kondurdukları alaycı bir gülümseme ile sinsi bir özenle imzalanıp, onaylanmış. Cesetlerin üstünden geçmeye ne de alışıklar - o karmaşıklıkları ne de sahte. Hep bu kopyalanan protein çorbasının başının altından çıkıyor bunlar.

Sahte mi? O da ne, diyeceksin? Bana hakiki birşeyler söyle, mesela bir uçurumda uzun otların arasında ayaklarımıza diken batarken güneş yakarken tenimizi su arayışına çıksak. Tüm modern sözcükleri bir kereliğine çıkarsak aklımızdan. Film, kitap, yönetmen, peygamber, şehir, ülke, göl - tüm isimler buharlaşıverse bir anlığına. Bir kereliğine öylesine olsan, bile bile kaybetsek bu damayı. Kazanılacak ne mi var şimdi? Seni köftehor, illa kazanılacak birşey derdindesin. Kendimiz diyorum, yetmiyor mu? Ah, ne olur sen de bu kadar tatminsiz olma, bu çıldırtıcı yarışta koşturulmaktan yorulmadın mı: En kötüsü tabutlara gireriz, altımıza sarı bir örtü sererim, kamusal bir yastıkta dinlenir başlarımız, ağzımızda kocaman bir puro yakarız, tütün yasaklarını birlikte deldiğimiz güzel kadınlar, oh, gel keyfim gel... Bana takıl ve hayatını yaşa doktor. Ne diyorum ben doktor? Yine romantik düşler peşindeyim, seni de sürüklüyorum ardımdan. Utanmalıyım bundan. Haklısın, bu düşler öldürüverdi beni yavaş yavaş, haklarını yemeyelim, bugünlere onlarla geldim. Olmayanı talep etmenin sonu böyle olmalı. Doğa yasaları delinemez. Onda da haklısın. Ama reçeten ne? Yalnızlığı öğrenmeliymişim. Tamam bunu anladım, bunu anlattı zaten bana başıma gelen ne varsa. Ama bir ek yasa çıkarın bana özel: Lütfen bir prensesi öptüğümde kurbağaya dönüşmesin mesela. Minibüslere dolmuş demekten vazgeçilsin. Fırından aldığım henüz yeni çıkmış ekmeğin hatrı kalsın. Hatırlasın dostlarım, Avrupa'da trenlerde şehir şehir, perişan, ağzı açık ve geveze dolaşırken o ekmeklere Nutella sürmekten daha fazla ne neşelendirebilirdi bizleri.

Anlaşıldı doktor: benim merhemimden bana fayda yok. Bir kitap yaz sen iyisi bana özel, kahramanı savaşlarla ve vebalarla kol kola gezsin, sılaya döndüğünde şarkılarla karşılasınlar onu, kucaklasınlar. Şen bir final olsun.

aklıma çukurda düşen

Oh, could I, could I really write a book? You gotta be kidding.

Neden başka dilde sordum bu soruyu ? N'olduysa, reel hayattan şimdi bana aktarıldı ve Türkçe bir çırpıda söyleyemedim. İlla bir açıklama isteme benden sevgili okurum, illa bir açıklama bekleme benden sevgili kendim ve ötekim, bana kızma, beni kritize etme, benle oynama, benden çok şey bekleme, acizliğimden öyle şatafatlı meyvalar çıkmadı, çıkmaz, çıkmasın.

Sadede gelelim. Kitaplar ne idi ki benim için? Zor zamanlarımda sarıldığım kelamdan kurduğum hayallerdi - bundan çok uzun süre nerdeyse hiç kitap okumadım. Halkın dostları kimlerdir ve sosyal demokratlara karşı nasıl savaşırları hariç tutarsak, böyle. Belki 25'ime kadar okumadım doğru dürüst, yirmi beş kritik bir yaş olmalı. Bu eşikten geçtiğimde dokunduğum şeylerin bana eskisi gibi dokunamadığını farkettim. Ve sonrasında kitapları sayfa sayfa ve usulca çevirmek durumunda kaldım. Bu kağıt yığınlarına hiç aşık olmadım, ama onların kafamda yankıladığı sözlere ihtiyacım vardı, zaruri bir ihtiyaçtan okumak durumunda kaldım.

Söz gelip kurtarabilir miydi? En azından Alis'in tavşanı gibi elimden tutup evvelsiz sonrasız bir tur attırırken leziz manzaralar sunabilirdi bana. Sorduğum onca soruya cevap ararken bir yardım eli uzatabilirlerdi. Beni verili düzenden bir zamanlığına başka yerlere götürebilirlerdi - herkesten kaçabilmek için bir bahane olabilirlerdi. O zamanlar sahip olduğum top sakalıma belki iyi bir eş bile olabilirlerdi. Tüm devrelerimi bilinçli olarak kapattığımda kendi hakikatimi yansıtan gazlar olup korteksimden sızabilirlerdi.

Sonra güneşten korktum. Güneşin sıcaklığı belki tüm bu hayaller birikintisini gölgede bırakırdı. Hayaller gerçeğe yalnızca yalnız başımayken üstün gelebildiler - bunun ismine 'kendi dünyam' dedim. Elinizi içine atsanız ne rezillikler, ne suskunluklar, ne budalalıklar bulursunuz o dünya'da- sanırsın acemi bir Dostoyevski romanı. Yahut sürreel bir kandırmaca.

Hayır dostlarım içinizden şimdi geçirdiğiniz o küçümser fesat düşüncelerinizdeki gibi derdim pek bir kültür junkie'ciliği filan olmadı. Olamazdım da. Halis muhlis bir amele sınfı çocuğuydum, kökenlerim Abdalan aşıretine dek uzanıyordu, ilkelliğin beklentisinde açtığım ellerime güvendim. Beyhude bir mucizeyi dert edinmiştim. Elimi açıp, kafamı sonsuzluğa verdiğimde hayallerim ardı ardına gelecek, tüm o dünyamı işgal edecek ve başka dünyalar bir bir iskambil kağıtları gibi devrilecekti. Bu saçmalığı öyle açığa vuramazdım tabii, ayık kafayla düşündüğümde bir sarhoş maskeyi giydiğimin ben de farkındaydım.

Ama sözcükler rakamlar imgeler bir olup kafamı kapladıklarında, onların esrikliğinden alamadım kendimi. Bir noktadan sonra "gerçek" dünyayı da kendi dünyama kattım. Okuduğum, gördüğüm, duyduğum ruh hastalarıyla arkadaş oldum. Bundan çok çabuk Althusser'le hemhal olabildim mesela. Tabii dürüst ve cesur olanlarıyla, vazgeçmeyenleriyle, sahip olduklarına tekmeler atmaktan kaçınmayıp, yaşamı kendi seçtikleri intiharlarda bulabilenlere... Onlar bana kendi eksik yüzümü ayna tuttular, betondan yapılmış ruhuma bir nevi yumuşatıcı toz oldular.

Bir kitap yazsaydım, ölümden sonra varolabilmek için olmazdı bu. Biliyorum ki kitaplar da çocuklar gibi gömülürler ya da yanarlar. Eğer varolan dünyayı mizahi bir arkadaşlık ordusuyla kaplayabilme şansını taşıyabilseydim, birşey yazmaktan da okumaktan da tümden vazgeçerdim.