dünya yuvarlaktır döner

pek hızlı ilerliyordu herşey. kafalar üzerindeki bulutlar sayısız hayallerle kaplıydı; güçlerini övüp durulan hayallerle, hastalıklı tatminsizliklere cevaplar arandı. bu cevapları en kolay süpermarket raflarında sunuyorlardı. eller bir kez dokunmayagörsün oralara, anında deterjan kokuyorlardı; patates kokmasın diye ama eller ya da yağ ve hamur mesela, donmuş gıdalara saldırılıyordu. bunun tersine eriştenin hamından ucuz makarnalar yaratan uyanıklar da vardı tabii. onlar uyanık oldukları kadar organikti ve sürekli değişen hava koşullarına veryansın ediyorlar, savaşta dökülen kana, kara çocuk cesetlerine ve ayı kürklerine, balinalara yapılan eziyetlerden içleri kalkıyordu, yerli yersiz öğürmeye pek alışmışlardı.

biri almanya'ya gitmişti, ama sürekli çin'i övüyordu. biri amerika'daydı, ama aldığı beşbin dolarlık kamerasıyla alaska'da fotoğraf çekme planlarını bar köşelerinde satmaya bayılıyordu. biri şarap mayhoşluğuna bir türlü alışamadı, ama ısrarla bağcılık yapmak düşleriyle etrafını aldattı. biri için hayatını değiştiren dönüm noktalarından biri, evine pizza getiren çocuğun "abi senin ev buz gibi, ya evde penguen mi besliyorsun" demesiydi, o andan itibaren türk halkının keskin zekasını hafife aldığına kanaat getirdi. biri fransızca on sözcükten fazlasını hiç bilmedi, bilmeye bile yeltenmedi ama çevresine fransızca şarkılar gönderdi, gezegeni ne denli dolaştığını haykırdı, dünyanın birbirlerini kesen dikey ve yatay çizgilerle hiç alakası yoktu, o bunu görmüş ve anlamıştı. şımarık ve de pek şeker biri herşeyini o daha çocukken boşanmış olan ebeveynine borçluydu, en sempatik telefonu ona onlar almalıydı, piyasadaki en popüler macbook'u da erkek arkadaşı ona hediye etmeliydi, bir de canı ne zaman sıkılsa -ki bu pek sık olurdu- etrafına "o tertemiz havalı, kümesli, tavuklu, yumurtalı ve kimbilir belki zeytin tarlalı" köy evinden bahsetti, herkes görünüşte başını salladı, gülümsedi ama kendi dahil kimse inanmadı ona. biri çok kitap okudu, althusser'i, gramsci'yi, lukacs'ı, hegemonyayı, sınıfı bilincini ve ontolojoyi ağzına doladı ama etrafında yüksek topuklu rüküş bir kadın görse tüm teorileri yerinden oynardı, buna kendi kendine "teorik praksis" diyip, utanmadan kendi kendine kıkırdardı. biri aldığı hiçbir müzik aletini çalamadı ama aldıklarından evinde koca bir koleksiyon yarattı, gitar mı dersin, ud mu dersin, bendir mi dersin, yandan yemiş flüt mü dersin hepsinden insansız bir orkestra dizdi evine. yeteneksizin biriyim diye, hiçbirini çalamadım diye sürekli dert yanıyordu ve işin acı gerçeği bu konuda çok haklıydı. biri marksistti sonra anarşist oldu, küpe taktı, barlara takıldı, önceden küçümsediği deleuze'ü okuyup siyahi dergilere yazılar yazdı, eski zamanlarda ahmet kaya'nın avamlığı ile alay ederken, sonradan kırkbeşlik çalan barlarda takıla takıla orhan gencebay hayranı oldu. biri anarşistti, sonra marksizme leninizme yelken açtı, f tipi eylemlerden sonra hücre cezası yedi, yoldaşları onu ispiyonladı, sonra vizyon ve misyon sahibi olup yeni dünyaya merak salmasıyla iş kurdu, beceremeyip battı, kafayı sıyırdı, evinde kendi kendine aikido yaptığı söylentileri yayıldı etrafa. biri burjuvaydı hep burjuva kaldı, ama elindeki parayı hiç kullanamadı, hep suçlulukla yaşadı. biri ta ergenliğinden beri istikrarlı bir ulusal solcuydu, amerikan emperyalizmi ve fetullahçılarla kafayı bozdu, bu ülkedeki aptal halkından sıkıldığındaysa ona tek kucak açan ülke amerika oldu, kafası azcık karışır gibi olduysa da, el çabukluğuyla aklına uyguladığı bir iki fırça darbesiyle oluşturduğu argümanlar sayesinde hemen kendini sağlama aldı, yoluna devam etti ve ölene dek hiç zarar görmedi. zamanında sigara içip, zamanında bırakan tiplerdendi. biri hangi partiye, kuruma, derneğe, dergi çevresine girdiyse tutunamadı, görmezden gelindi, olduğu yeri yıktı geçti, baktı böyle olmayacak tek başına takılmayı ve canı her sıkıldıkça yanındakileri, geçmiş ve geleceği yazmayı seçti, belki böyle anlamlandırabilirim herşeyi diye nafile umut etti.

eylül yirmiüç, vakitlerden dolunay

hani görünmüyordu ya ay yukarıda, sen bana getiririm demiştin..
bize gelirim demiştin..

uçakta

cam kenarında yer ayırttığımda, baktığım her bulut seni şarkılıyorsa, apofenya diye birşey yok ki...