Grekoromen akış

Kahkaha: buharlaşmayan en hafif lezzetli şey.

Hüzün: o yoksa aşk yok.

Varlık: sarılabileceğimiz biçemsiz, değişmekten yorulmayan anne kucağı.

Ana: Maksim Gorki

Baba: lar ve oğullar

Halimiz: rezalet ama çelişkilerimizden çelikleşen bir yer olmalı.

Delilik: aklı başında olanı da mümkün, ve o eşsizliğe sahip çıkmak gerek.

Skor: doğar doğmaz bir sıfır yenik başladık - ve ana rahminden ayrıldığımız andan itibaren yediğimiz her gol iki sayılıyor.

Gökkuşağı: ona dokunmak derdim hala var ve hep olsun.

Lokavt: beni boykot etmek hepinizin hakkıdır.

Düş: bir ırmağa bakıyordum, kendi yüzümü göremiyordum.

Düşeş: bu tepelerden yansıyan ses neden benim değil?

His: sevinçlere katık edilmiş acıları yeniden algılamak için bu kadar çabalamak ne garip.

İz: bana attığın her tokat yanağımda kalıyor.

Arzu: bir şişeyi denizde bilinmeyen bir yere attığımda, birinin şişedeki kağıdı okumaya yeltenmesi ihtimalini düşlemek güzel. böyle birşeyin olması süper az ihtimal olsa da, bu böyle. bu ihtimal için savaşmak, bir hiç'in sıfırdan hep bir epsilon kadar uzak olması demek. object petit a demek.

Maddi Belirlenim: Ankara'da dolmuş İstanbul'da minibüs demeyi öğrenebildim nihayet.

Maddi Belirlenim Reloaded: bu rezil materyal koşulların hayal-i aşk'ı mahvetmesi ihtimali sinir bozucu.

Nüfus: bu yolda ölenler olsun. mum gibi sönenler olsun. çok fazlasınız.

Siyasi görüş: demokratik bir taklitçilikten yana değilim. canavarca bir özgünlükten yanayım.

Yazı ve tura: Sinikliğim ve ciddiyetim.

Unutulmayan sahne: Le feu follet @ Cafe de Flore


Bir beyoğlu notları

1. Beyoğlu çikolatasını en son ne zaman ve nerede dişlediğimi hatırlamıyorum.

2. Bu adam bu dişil sesleri neresinden çıkarıyor. Allah aşkına.

3. Bir aşağı bir yukarı yürüyen İstiklal insanları gezegen dışı yaratıkları şaşırtıyorsunuz.

4. Metro ne zaman kapanıyordu? Yanlışlıkla geç kalsam da sende kalsam. Ya evde yoksan?

5. Müzik ve ses iyi, ama yolun karşı tarafındayım ve sana para veremiyorum Avrupai bacım.

6. Körler neden hep türkü söyler? Ah yalan dünya.

7. Sen öyle güzel bakıyorsun ama Beyoğlu dikkatimi dağıtıyor.

8. Mefisto bir ibadet yeri olsaydı, cennete gidebilirdim.

9. Zencilerin yanında hep sarışın ve uzun boylu bir hatun olmasını, kendi aralarında bir denge yaratarak bizim rengimize yakınsama arzularında teşhis edebildim.

10. Beni şaşırtan şeyler söyleme. Dostum da düşmanım da narsist, kıskanç, mülkiyetçi bir köpekle çok yakından akraba.

11. Sözde entel sakallı erkeklerin bir anda saçma sapan sohbete dalmaları mide bulandırıcı. Bu bir seçenek. İkincisi benim bu tür heriflere karşı semptomatik asosyalliğim ve apaçık nefretim.

12. Düşünsene: Felsefe diplomasıyla felsefeci olunsaydı, Hasan efendiden ne iyi bir kapıcı olurdu.

13. Ne istiyorum? Ne istiyorsun?

14. Dışarıda bir masa bul. Sensedim ve içesim var.

unuttum adlarını neydi

Nasıl bu süre boyunca böyle köle kalabildim diye soruyorum bir süredir. Arada hesap yapabilen, bir gün'e tonlarca tenefüs sıkıştıran, ve öyle görünmese bile herkesten çok uzak'ta olmayı seçen, mesleğinden memnun bir Kunta Kinte'ye dönüşebildim.

Gönüllü bir kölelik kendince bir 'huzur' bahşediyor - kabul etmek lazım. Ama bundan çok daha fazlasını alıyor senden: Önündeki tüm dinamizmi, değiştirebilme umudunu, etrafına bakabilmek, dinleyebilmek kapasiteni mesela. Gözeneklerinin tıkanışını öyle ya da böyle farkediyorsun ama yine de... Bir tür ölüm işte böylesi bir huzur. İnşaa ettiğin sığınakla dış dünyanın rahatsızlığından kaçabileceğini sanıyorsun. Bunu Alman idealistleri 'mutsuz bilincin' bir türü olarak nitelendirirlerdi herhalde... Beyhude bir kaçış...

Sonra bir anda kafana taş düşüyor. Belki kafan yarılıyor. Başın acıyor. Bir filmde duyduğun 'yalnızlığımıza bir yara bandı arıyoruz sadece' cümlesi çınlıyor kulağında ara ara.  Ama gözeneklerin de tedricen açılmaya başlıyor. Mesela Güney Amerika o kadar da uzak gelmiyor. Geçenlerde biri söylüyordu, Güney Amerikalılar'la el sıkışınca, elini 'normalden' (Türk ve Avrupalı standardını baz alırsak) daha uzun tutuyorlarmış. Erkenden çekince elini, seni uzak ve soğuk biri olarak belleyebilirlermiş. El sıkmaya ve uzun tutmaya eskisinden daha yakınım galiba. 

Evet Sartre'ın ünlü cümlesindeki gibi Öteki hala bir cehennem - ama cehennemimizi sahiplenmekten ve ateşimizi kendi elimizle harlamaktan başka çaremiz de yok. Hem bahar duymasını bilene başka neyi fısıldayabilir.


Fantazmenü

Şu gördüğünüz sahne yüzünden geçen hafta 3 gün üstüste ton balıklı sandviç yapıp yedim! Bu hafta da yemeyi düşünüyorum. Zira yapmazdan önce, parmaklarımın arasında bi güzel eziyorum.



Johnny - Dışarı yürüyüşe çıkalım mı? Bence çıkalım.

Frankie - Yemek yemem lazım.

J - Hepimizin yemek yemesi lazım. Ufak birşeyler hazırlarım hem.

F - Menüde ne var?

J - Ne istersen... Ton balığı sever misin? Tino senin ton sevdiğini söyledi. Ton balıklı güveç yaparım.

F - Iııh! Güveç olmaz. Ton balıklı sandviç.

J - Eheh, ton balıklı sandviç demek, ben demek! Kutudan ton balığını alıp iyice yumuşayana kadar parmaklarımın arasında eziyorum.