İlim bilim işleri

Hatırladığım kadarıyla Lacan insanın kültür ve natür (doğa) arasında biryerlerde sıkışıp kalmışlığından sözediyordu. Lacan ne zaman fırsat bulsa her daim bir arada kalmışlığı vurguluyor zaten: iki ekstrem kutup ve her ikisinin gerilimine maruz bir yerlerde, boşlukta olan özne.

Bu kültür-natür ikilemi ilginçtir. Bu ikisini nesne kabul eden ve inceleyen alanları sosyal bilim (Arts and Humanities) ve doğa bilimleri olarak düşünebiliriz. Bana özellikle bizim ülkede birincisine çok daha fazla ilgi varmış gibi gelir. Bir de bununla gurur duyulur, ikincisi genelde kuru ve renksiz bulunur.

Nedense bizimkiler nesnesini doğa olarak seçmiş olan "bilim"i küçümserler; temel gerekçeleri de bilim'in irfandan yoksunluğudur, ondan dindarlar lafızda "ilim" demeyi tercih ederler. Örneğin Dücane Cündioğlu Türklerin bilim'e fazla önem verdiklerini - asıl insana, edebiyata, topluma, "ilim"e yönelmek gerektiğini ısrarla vurguluyor yazılarında. Bu tutum bir hastaya "gebersin" diye ilaç yazmaya ve belki yeniden dirilir diye ümit etmeye benziyor.

İlim'in durduğu yer bu tarafa göre nedir peki? Elbette doğa ile olan ilişkinin de ardına geçip, insanoğluna ve onun tüm bir Ötekiyle olan gerilimine temas etmek. Sonunda da hikmet yumurtlamak. Bu olmadan tatmin olamıyoruz. Kabul, ben de çoğu zaman olamıyorum.

Zizek'in kendine dair belgeselinde, "şimdi bir meteor çarpsa, ben bilim adamlarının söylemini dikkate alırım - biz felsefecilerin söyledikleri o noktada devre dışı kalır" gibisinden laflar edişini hatırlıyorum. Kendisi kültür düzleminde kalırken, en azından bir insandan bağımsız nesneler düzleminin farkındalığını vurgulamış oluyor böylelikle. (Sahiden bizde deprem olduğunda sürekli bir jeolog profun canlı yayına alınması da bir acaiptir. Jeolog bile bir kurtarıcı peygambervari bir Nostradamus'a indirgenir çoğunlukla.)

Birkaç haftadır muhtemelen geçirdiğim gribal enfeksiyon sebebiyle kulağımda bir problem çıktı - çok da önemli değil işte, kulak kiri denen şey acaip bir artış göstermiş olacak ki, sağ kulak zarıma da yaklaşacak şekilde, üzerinize afiyet, bir tıkanmaya sebep verdi. Çok önemli değildi ama rahatsız ediyordu işte.

Göz ve dişi bir kenarda bırakırsam, on senedir doğru dürüst doktora gittiğimi bile hatırlamıyorum. Beyaz önlüklü doktorlarla temas etmeyi sevmiyorum. Ama bu kulak rahatsızlığı zorunlu olarak bir süre sonra KBB'ye sürükledi. Uzun lafın kısası, işte o kulak kiri havayı hüpleten basit bir aletle çıkarıldı. Rahatsızlık bir anda gitti!

Ne kadar hikmet sahibi olsaydım, bu kulak rahatsızlığım biter mi diye düşüncelere gark oldum doktordan çıktığımda. İnsanın psikosu, ruhu, maneviyatı, duyguları -her ne diyorsanız artık- insana bağlı olmayan bir sürü nesneyle ilişkide değil mi? Bildiğim kadarıyla bedenimizde bize ait olmayan bizim kendi hücrelerimizden çok daha fazla işgalci yabancı organizma var. Ne garip!

Ben kendimi 'ben' olarak bilirken, 'ben' diye tanımlamak için beynim hiç bir işle meşgul değilken bile enerjimin büyük bir kısmını o benliğe yatırıyor. Garip işte. Sonra da ben gelip o ben'in derdine düşüyorum. Buraya kadar herşey tamam da...hani reaksiyonlerler (gericiler diyince alınıyorlar) "modernizm" diye bir öcüye küfrediyorlar ya aslında küfrettikleri beşerin merkeziyetinin yerle bir olması. Bunu kabullenmek çok zor onlar için. Bir kez kabullenseler, nostaljiden biraz olsun uzaklaşıp, yaralara "işe yarar" merhemler bulmak için bir adım atmış olabileceklerdi halbuki.

Şaka değil. Üç beş "kıytırık" elektrotla beyin ölçümü yapıyorsunuz. Ve eğer bilingual'sanız (iki dilliyseniz), beyninizde 400. ms'de "ana dili" olan bir kimseye göre çok farklı bir patern beliriveriyor. (Bunu geçende yanımda Azerilere yaptılar ve ana dili Türkçe olanlara göre o bambaşka patern hemen beliriverdi.)

Bir yandan da misal şu videoda İsmet Özel "Azerice'nin apayrı bir dil olduğunu savunurken", diğerleri (içlerinde bir tarihçi de var!) milliyetçi reflekslerinden de güç alarak onu küçümsüyor. (İsmet Özel'i savunmak zorunda kaldım, ah! İşte bozuk bir ssat bile bir kez doğruyu gösteriyor.) Ama işte beynin elektriksel aktivitesinin basitçe bir ölçümü bile bize İsmet bey bu konuda müsbet olarak haklı diyor. Yani öyle dillerin gramatik özelliklerini, tarihçelerini uzun uzadıya incelemeye bile gerek kalmadan, beynimiz bize bunu 'doğal' yollarla, gayet elektriksel bir dille söylüyor.

Natür artık gelip kültürü işgal ediyor. Aradaki gerilimi dikkate almak, ilkini görmezden gelmek anlamına asla gelmemeli. Bunu dikkate almayan bir yöntemin, öğretinin ya da bir kültürel analizin insan hakikatine yaklaşma şansı var mıdır?

0 comments: