Who the fuck am I?

Ben, metalar dünyasında yer edinebilmek için kendi markasını oluşturmak zorunda. Yaptığı herhangi bir şeyin temel motivasyonu "başkasının gözü" ile alakalı : Buradan bakınca ünlü biri olmanın cazipliği ortada. Ünlü olmak demek yoğun bakılmakla eşdeğer çünkü. Bu yüzden yalnız.

Kendi dünyasında -artık küçük bir azınlık olarak kalmış- neşeli yalnızları anlayamıyor yine bu yüzden: Onları zavallı asosyal kaybedenler olarak belliyor. Bilmiyor ki, kimsenin görüş menzilinde olmamak birçok zaman özgür olabilmenin ta kendisi demek. Bilmiyor ki, başkasının gözünden ötede olmak, gerçekten nefes alabilmek demek. Çünkü o, metalar dünyasının bir parçası olarak hayatını başkalarının onaylarıyla kurmuş. Basit bir aritmetiğe dayandırıyor bunu da: Seni onayan insanlar ne kadar değerliyse, sen de onların gözüne görünerek daha da değer kazanıyorsun. Aynı bugünün bilimsel dergilerinin değerlerini içlerindeki makalelerin aldığı referans sayılarıyla kazanması gibi (impact factor), günümüz insanı da bu ile değer kazanıyor. Eylemi böyle motive etmek de doğal olarak (özgün) düşünmeyi, (otantik) eylemeyi olanaksız kılıyor: Kısa sürede nasıl skor yaparıma dönüşüyor herşey.

Skor yapmak bu anlamda gayet fantastik bir eylem. Çünkü fantazi dediğimiz şey zaten öznenin sürekli bir Bakış altında yaşamasından başka da birşey değil. Sözgelimi şu eylemi yaparken şu kişilerin gözünde nasıl bir değeri olur sorusuna bağlı olarak o eylemin yapılması basbaya fantastik.

Fantazinin cisimlendiği, kristalleştiği yere uygun bir örnek sosyal ağlara konan "fotoğraf"lar olabilir mesela... Fotoğraf fantaziyi sağlama almaktır. Bir hayalet gibi dönüp durarak kafayı felce uğratanı inanılır kılmanın yoludur, o dayanılmaz hiçliği belgelemektir, böylelikle yapılanı dondurmak ve seyirciye sunmaktan ibarettir.

Seyirciden alkış almadan yaptığımdan emin olamam. Hiçbir şeyden emin olamam. Örneğin "dövme" de kişinin kendine inanamamasının sonucunda bulduğu ve vücuduna uyguladığı fantastik bir çözüm değil mi? Öyle ki, eğer yaratıklar olmasa kendimize inanamayacağız. Bilimkurgu dahi belki kendimizi kendi kurgumuza inandırmak için var. Beynin içindeki bakışa yönelik üretilmiş bir sürü çöplük bir şekilde anlamlandırılmak, meta üretiminden hemen sonra değerini kazanmak zorunda. Hepimizin bir hikayeye acil ihtiyacı var!

Bu durumda içsel yaşantının hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmamıştır. Bu durumda bize liberaller tarafından "bireysellik" diye yutturulan şey başkaları ve özellikle de "güçlü" başkalarından beslenmeye dayalı vampirlikle eşdeğerdir. Özne olmak, tanımı gereği minimum bir içselliği koşulluyorsa - yaşadığımız sadece Tanrı'nın ölümünden ziyade asıl özne'nin ölümüdür denebilir. Tanrı ne zaman canlıydı ki, şimdi ölsün?

1 comments:

Unknown said...

Haklisin eger "birey olan ozne"nin yeni bir tanimindan dem vuruyorsan. PNeoliberal globalizasyonun yansisindaki postmodern yasam bir cok seyi degistirdi, kargasa icinde farketmeden gun be gun yasamaya calisirken unutuyoruz "bizim" sandigimiz kavramlarin anlaminin boslatildigini ya da degisyigini, ya da piclestirildigini...