hücre

kendi dilinle ördüğün hikayenin hiçliği çıkınca ortalığa öyle bir kırılma yaşar ki insan, bir daha tamiri mümkün olmayan bir sakata çıkar yolu. o yolda zaman geçer ve geçmiş iyiden iyiye anlamsızlaşır. her dakikada binlerce saat vardır. aynalara bir bakınca, şaşar kalır: sakallarına, gözlüklerine, saçlarındaki üç beş tel beyaza... hepsine biçtiği anlamlara şaşırır da kalır.

bilinçli bilinçsiz yaptığı tüm yatırımlar anlamsızlaşıverir. oynadığı tüm oyunlar, tasarladığı şenlikler... birinin aynı anda dinlediği şarkıyı hep kafasında çalıp durmaya çalışır ki, beyhude yaşam belirtileri... herşeyler...

anlamsızlığa karşın yine de insan önüne çıkarken, eski alışkanlıkları devam ettirir çoğu kez. selam verir, gülümsermiş gibi yapar, sevgi pıtırcıklığından tiksinse de görmezden gelmeye çalışır, keza insanların üç dakkalığına ünlü olmak uğruna kendilerini sergilemeleri şarlatanlığına, bazen en zavallı şekillerde acındırmalarına, hem de bunu "ehe" diyerek bir yandan da "ben aslında ciddiye almıyom ki hayatı, yaa yaa şaaşaa" diyip bir yandan da acı duyduklarını ağızlarından köpükler çıkararak dillendirmelerine, karnı toktur. üç beş kitap okuyup, kahraman kargaşası yaşayıp, bunu "duygu" diye satanlar diye başlayıp ana avrat gidecektim. ama yok oğlum yok, hiç ses çıkarmayacağım. şimdilik.

"yorumsuz bir hayatı seçiyorum"

yorumsuz bir hayat çok acaip. aslında yorum yapmadan duramıyorsun kafanın içinde. herşeyi çekiştiriyorsun, kendinden ve herkesten kolayca nefret edebiliyorsun, ama yine de susuyorsun. bütün gereksiz sorunları büyütüyorsun, bin türlü çözüm yolu geçiyorursun aklından, ama tınmıyorsun yine de.

öyleyse elden ne gelir? ne gelsin. elden tamamen susmak da gelebilir misal. ama geçmişin üzeri örümceklerle kaplanınca, gelecek sende kalan tüm o boşluğa kusuyor, senin boşluğuna. gelecekte okuyacak birine yazıyorsun mesela, acaip... alo alo,duyuyor musun beni?

illa birine mi hitap etmen ya da edermiş gibi yapman lazım oğlum yazarken? illa birini mi düşünmen lazım bir şarkıyı dinlediğinde yüreğin hop hop hoplarken? illa? evet galiba illa böyle. bir hücreye bile tıkılsan böyle olacak.

"canlı cansız cümlemiz bir nesneden" tozlu geçmişi kaplayıp duran örümcekler resulallahı korumuşlar elbet de; mağarayı, hayvancıkları, derileri, gözleri, nöronları, ve herbirini yahut veliyullahı duyumsayamayan bizden değildir. zira örümcek de biziz, korunan da, koca bir dayağı tam suratımızın ortasına patlatılmasını hakeden de biz. ondan, parlak görünümlü zekalar üstlerine bu sorumluluğu almaktan imtina ediyorlarsa, o parlaklığın hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. misal, haiti'yi hiç yaşayamadıkları ve yaşayamayacakları ama hep üzerinde konuşacakları hissiyatlarının üzerinde yine bir gün söz ebeliği yaparken kullanacakları bir süse dönüştürmekte serbestler elbet. ama yarasaların gözleri zencileri çok kolay seçer, ondan hiç uğraşmasınlar. uçurumdan çoktan çıkmış, ayaklar havada yürürken, aşağı bakacakları gün gelir, ve çizgi film karakterleri gibi tepetaklak düşer olurlar.

yine başladın işte. ağlama canım benim. şikayet etme. örgütlen, örgütle... kendini ve herşeyini. derini, nöronlarını, gözünü, kulağını ve herşeyini.

2 comments:

nande said...

"söz ebeliğini" ilk senden duydum, ben "laf ebeliği" diye bilirdim.
bak susman bile birilerine yeni bişiler diyebilmekte...
ayrıca saçında hala sadece bir iki tel beyazın varsa, bence bu kadar dertlenme.

Tolga said...

ya nande,

lafla peynir gemisi yürümez de, sözle yürür mü sanki? sorarım sana :)