karabasan

hafıza denen yerde yeller esiyor. marx hangi kadına aşıktı, bilmiyorum. lenin avukattı avukat olmasına da, kaç davayı birden kaybetmişti de bırakmıştı mesleği, bilmiyorum. kant diyince aklıma sadece şekerli kaynar su ve radyasyon geliyor. radyasyon diyince kâzım koyuncu. o gelince hiç çıkmadığım yaylalar. yaylalar da daha yeni fırından çıkan sıcacık simitleri... biri gelsin ve durdursun bu silsileyi artık. hiçbir şey hiçbir şeyi ifade etmemeli.

ha bir de, her yatağa gidişimde düşünmeden edemiyorum: elimi kaldırmak istediğimde neden elim gerçekten kalkar? minibüsle dolmuşun farkını anlatmak zorunda kalacağım daha kaç insanevladı olacak bu dünyada? işte bir de buna takılıyor aklım. onun haricinde bomboşum ben, bombokum.

2 comments:

Ömer said...

bu akşam, insanın üstüne üstüne yürüyen pis bir kalabalığı yararak eve dönmeye çalışırken "neden bu kadar insan var ve nasıl oluyor da bunca kötülüğe rağmen, bunca pisliğe, nefessizliğe ve manasızlığa rağmen bir arada böyle yaşayabiliyoruz?" sorusuna bir cevap bulamadan taksi dolmuşta, karmaşık ve yara bere içindeki yüzünde kötü parıltılar saçan gözleriyle dikiz aynasından bana bakan ve her an yanındaki koltukta oturan adamın gırtlağına sarılacakmış gibi duran şoföre 1 lira uzatırken buldum kendimi..

Eleştirel Günlük said...

Ben de su friendfeeds ile butun gun ne guzel yahu, sanki Universite kantinindeyim, her giden gelenle ne guzel sohpete hem de iki kelime bile olsa anlamli sohpete tutusabiliyoruz diye geciriyordum icimden.

Sahi Tolga dolmusla munibusun farki neydi :-)