atonalite

dünya otistikti. karakterler birbirine karışıyordu. bilhassa taşlı topraklı yollarda önüme sen çıkıyordun, bana bakıldığını farkettiğimde, gözgöze geliyorduk, ve bitiyordun o an. kayboluyordun. ben imgeni canlandırmak için aritmetik çabalar peşinde günlerce kıvranıyordum böylece. önüme çıkıyordun ve kayboluyordun. neticede ol nonlineer oedipal öykülerde harcanıyordum. kuruşu kuruşuna, eksiksiz olarak, veresiyesiz. otistik bir dünyada belki anlaşılırım diye ıslık çalıyordum. dil bilmiyordum. yamuluyordum, eğilip bükülüp, şekilden şekile giriyordum. beni tanımayan alim sanırdı, beni tanımayan usta, beni tanımayan eli her türlü işe gidecek yetenekli bir teknisyen bile sanabilirdi. bense seni her bulduğumda kaybederek her defasında yetisizliğini kanıtlayan kazmanın biri olup çıkıyordum işte. senin dinleme ihtimalindeki notalara takılıyordum... ve öylece kalıyordum kancanda.

yağmur gibiydin ama bir saksıya bile sığmıyordun. gülüşün öyle azdı ve öyle azdırıcı bir efekt yaratıyordu ki, bende ne marksizm ne narsisizm kalıyordu. kendinde komünar bir gülüşün sahibiydin sen. ben yaklaşıyordum sonra sana. bir feyk daha atıyordun, her dokunduğum sen oluyordu. tek gittiğim sinemada mesela elimi yan tarafa attığımda bomboş koltuk oluyordun. yağmur gibiydin, ıslatabiliyordun. bunu belli etmemek için korteksaltımın en saf, en çocuksu merkezlerinden yararlanıyordum. sen yanımdaysan o minicik talihli anda, yokmuşsun emrini iletiveriyordum beynime. yokmuşsun izlenimi veriyordum. varlığın dayanılmazdı çünkü. dayanılmayacak kadar sağnaktın.

ben arsızca hâlâ takip ediyorum yürüdüğün yolları. ama işyerlerinde basılıyorum genelde, büyük işler peşinde koşulsun istiyorum. şurda ne kadar kaldı ömrümüz sanki. daralıyorum papatyam. daralıyorum, ve hemen gevezeliğe vuruyorum kendimi o an. dünyanın tüm saçmalıkları, tüm utandığım anlar, yerin dibine girdiğim, yakalandığım anlar, anlar, anlar birikintisi. tüm bunlar sensiz geçiyor. çevremde ne çok insana sarkıyorum sonra. ama hiçbirinde senin mayhoş melodini bulamıyorum. oedipal karmaşalar yaşıyorum, bilsen ne papatya falları, ne kahve fincanları, ne iskambil kartları... bunun kutsiyetle alakası yok. bunun maneviyatla, bunun ruhla muhla, ıvırla zıvırla. işte ben sadece ve sırf şu bedenimle, parçalanmış ve gereksiz olanla. bu otistik dünyanın ayrık otları arasında kıvranıp duranla.

küçük çevreler kuralım n'olur. küçücük evlerimiz olsun. banyomuza iki kişi zor sığsın. durmadan şarkılar söyleyelim. en tepeye çıktığımızda, bırakalım yokuş aşağı kendimizi. en dibe vuralım. öyle güzel şarkılar çıksın ağzımızdan ki. adını sayıklayalım birlikte.

1 comments:

Anonymous said...

boyle de yazilir mi ki. gel de dal gecmise diyor, diyor da diyor.