takıntıya övgü

şu yüzlere baktığımda hiç olmadık yerlerden hiç olmadık çıkarımlar yapmayı deniyorum. çukurcuklara ve tepeciklere dolasım ve çıkasım geliyor. gözüm gözüne değende durumları, becklere guinesslere pilsenerlere sığınmak durumunda kalıyor. ve çoğu kez ev ödevimiz, efendimizin lanetli alfabesini tahtaya dizmekle bir oluyor.

oysa sabahları birlikte çalışsak, öğleden sonraları birlikte oyna(ş)sak... akşamları hep sürpriz kalırdı... boş dilekler bunlar boş. dualar karşılıksız. altbeyni hisse senetleri ve loterilere batmış kreatif dümbükler, ağzından doktora derslerinde öğrendiği sözleri bir salya gibi akıtan yalan tellalları, çocukluğu ebeveynlerinin çatısında sığınmakta bulanlar, yetişkinliği imajiner düzlemlerde asılı bıraktıkları hayallerle ananlar. ne çok var ama ne çok. paranoyak bir aklın yarattığı süper saçma kahramanlar olamayacak kadar çoklar işte. çoksunuz.

sonsuzluğu kelebek ağlarımızda yakalamak gibi mesnetsiz, trajikomik ama tirajı düşük bir işe giriştik ve kaldık. narsistik, yalnız ve mağrur çehrelerimizin donuk imajları belleklerimizde çınlayıp durdu ve kaldık. sigaralarımız, ölümüne koyu çaylarımız, düzensizliğiyle gurur duyduğumuz mekanlarımızla altı çizilmiş bozuk bir dvd'de kaldık. birlikte hiç susmadan yaşamak hastalığında diretişimizde, o ağır ağır sessizliğe yelken açan onurlu ve yüzde yüz kusurlu diretişimizde.

oysa kör olmayı denesen, kimseyi görmemeyi, an'dan başka hiç kimseyi... öyle ıraksayacağız ki, bu kuvvete kimseler karşı gelemeyecek. cümle cemaat bile ki, böyledir envai çeşit dillerde ama aynı aynalara karşı bakıp bakıp söylendiğimiz bu dilekler, bu dualar. ne yani, sanki başka çaremiz mi var.

2 comments:

Al Karısı said...

yazılarını fazlasıyla seviyorum.

Tolga said...

eyvallah. agzimla kulaklarim arasindaki mesafe kisaldi simdi.