Yazdıklarımı bile kabul edemiyorum. Yazdıklarımı okudukça kaderime ve kederime şaşamıyorum. Başkalarının yazdıkları da çok kez öyle... Sanki havada asılı bir yerde, yalnızlığımızı, kibrimizi meşrulaştırmak için, narsizmlerimizi iyice şişirmek için, bir bok olduğumuza kendimizi inandırmak için yazıyoruz. Şu sözcükleri klavyeden ekrana işlemek nasıl da ağır geliyor şimdi.
Korkularımız, evet yoldaş, en büyük düşmanımız. Daha kendi korkularımızı yenemeden, başkalarından reddediş beklemek ne ayıp. Said-i Nursi diyormuş, "reddedişi de reddedin", asıl mesele bu diye. Kibrimi söküp atsam, benden hiçbir şey kalmayacak. Bir çözüm yok bu denkleme ama yine de koşmalıyım - kendini varedecek değil sadece, etrafı kuşatacak, olmakta olanın bilincine varacak, birlikteliği ekecek, tüm taşları kendimle birlikte söküp, aynaya atacağım. Çok alacalı bulacalı hasta laflar bunlar, değil mi? Herşey halbuki ne kadar da basit gibi, genetik, çiftleşme, hırs, yaşamda kalabilme hırsı... Liberal zurnaların kulağımıza zırladıkları "bilimsel" gerçekler...
Basit olmayan birşey var bende ısrar edegelen, o yaşattı beni ama, her gün azar azar öldürerek aynı zamanda... Hani kucaklaştığımız, on senedir görmediğimiz dostları görebilmek gibi mutlu mesut edecek ayrıntılar da var ya, ısrarla reddediyoruz, reddedişi de reddedeceğiz bir gün elbet. Buna imanım tam.