Dert ve problem eşanlamlı değildir

Karl Popper hayatın problemler çözmekten ibaret olduğunu söylüyor. Ya hayatın ta kendisi bir Problem ise? Hem de öyle bir problem ki, çözüldüğü anda çözeni içinde soğuruyor. Popper ve pek çok rasyonalist önümüzdeki puzzle'vari bulacaları çözmeye çabalamak durumunda kalan bir bulmacaseverlik ideolojisi ile seslerini duyuruyorlar. Aynı eline fıstık dolu bir deney tüpü verdiklerinde, 10 dakika içerisinde fıstığı tüpten çıkarıp yemek için ağzından su fışkırtmayı akleden bir maymun gibi!

Evrimsel sürecin bizden beklediği "akıl yürütmelerden" ibaret bir tahayyülün ötesi yok mudur? Ya da şöyle diyelim: Bizim anladığımız anlamda özne'nin tüm bu problemlerle - hadi genişletelim: iktisadi problemlerle: Vergiler kim tarafından ne kadar ödenmeli? - düşünme tarzındaki çıkışsızlığı sezmiyor musunuz? Batılı ufukta görünen tam da bu türden bir akli yurttaşlar topluluğu. Sorun ise bu tüm değerlerden bağımsız yurttaşların metafizik bir yoksunlukta 'atomize' olmaktan öteye gidemeyecekleri... Korkunç distopyaları besleyen de, böylesine 'akılcı' ama 'şuursuz', 'memnun' ama 'mutsuz' bir topluluk değil mi? Evrimsel süreci kendince taklid eden, yaratıcılığı tekniğin ötesine taşımaktan aciz atomik insanlar birliği.

Sorsanız: Ya erek? Erek diye birşey yok. Amaç? Hayatta kalabilmek. Yüce insanın kendine hatırlattığı amaç bu mu olmalıydı? Batılı bir ortaçağ aristokratı ya da eski bir Türkmen yörüğü erek ve amaç sorularına böylesi cevaplar bulsaydı, yaşamdan tiksinirdi. Ama bugün bunları söylemek çok kolay. Özgür irade? Yok. Özne? Yok. Hakikat? Yok. Bilinç? Bir ilüzyon!

Ama bu bizi, homosapiens türünü gerçekten tatmin edebilir mi? Hesap makinasını bulan büyük matematikçi ve bilimci Pascal'ı tatmine yetmemiş olacak ki, ömrünü sonlarında kendine özgü bir Hristiyanlığa adadı.

Problemlere çözümler önermek felsefe'den kopup kendi başını alıp giden doğa bilimlerine içkin bir mantığı barındırıyor. Ama buradan insanın anlamlar dünyasında cevaplar bulmak çabası yeterli değil. En azından has bir doğulu için yeterli değil. Bizler tanımlanamayan bir Şey üzerinden tasavvur'u seviyoruz - her ne kadar bu (post)modern dünyada baltalansa da... Bu sevginin bir temeli var ama bugünkü dünyaya da bir yerden 'translate' edilmesi ve uygulanması gerekiyor. Belki asıl sarıldığımız Dert'imiz bu olmalı. Problemleri çözmeyi bırakıp, dertleri sahiplenmeliyiz. Çünkü dert'i öyle problem gibi dıştalayıp, çözemezsin. Dert hem sana hem ötekine ait, çözülmeyen ama üstünde sabırla durulabilen bir yolu anımsatır.

Şeyleri 'demistifiye' etmek güzel, ama tek başına yeterli değil - çünkü eninde sonunda şeyleri gizemden koparayım derken bir bakmışız ki kendimizi de o şeylerle birlikte 'tasfiye' ediyoruz. Tüm bir dünyanın krizi: Büyük Ötekinin ölümü. Varoluşumuz kendimize opak bir gizem barındırıyor - maddenin dibine ne kadar gidersek, o denli gizemli bir dil'e yaslanıyoruz. Günümüz kuantum fiziği şimdinin felsefesinden çok daha 'abzürd' bir dile sarılmak zorunda kalmıyor mu?

Böyle baktığımda hayatın problemlerini çözmenin ötesinde bizzat problemler yaratmak aslında daha cazip bile gelebiliyor. Burada birilerinin sözde-problem gibi şeyler söyleme ihtimali var - yani 'soruyu yanlış koyabilirsin' ve 'ideolojikleştirebilirsin' - kendi sınıfsal konumundan ya da diyelim libidinal (psikanalitik) altyapından ötürü 'olmayan' sorunları kendi küçük dünyandan dayatabilirsin. Böylesi bir suçlamaya maruz kalabilirim. Aslında gerçek hayatta çoklukla da kaldım.

Bu suçlamanın bu denli çabucak yapılabilmesi bizzat 'küçük dünyaların' hükmen yenik sayıldığı bir global köyde yaşamamızdır. Benim küçük dünyam neden senin popüler evreninden daha az doğru barındırsın?

Bu cevapta başka ciddi problemler de var. Birincisi öyle ya da böyle 'sınıfsal konumu olmayan' herhangi biri mi var? İkincisi, hangi sınıfsal konumun ya da altyapının 'hakikate' uygun sorunlar koyduğunu nasıl yargılayacağız? Bu yargılamanın temellerini çok açık koyabilmek gerekiyor - yoksa gayet de 'ideolojik' bir yerden belaltı vuruşla 'ideoloji'yle, ne bileyim daha da komiği 'postmodernlikle' filan suçlanacağım. Hem de muhtemelen ontolojik olarak gayet de postmodern palyaçolar tarafından yapılacak bu.

Evet bu sorunu besleyen 'bilim' maskesi altında polisliğe soyunan kendini 'aydın' addeden bir cephe var bu ülkede. Ortaçağda kiliselerdeki bağnazlıktan çok da farklı olmayan bir duygu ve düşünce muhafızlığı yapıp; kendi kriterine uygun olmayan fikrin sahibini silip atmak üstüne programlanmış ve modası geçmiş aydın robotluğundan bahsediyorum.

Suçlamalardan sıkıldık! Suçlayacaksanız bile bunu belli ilkeler etrafında yapmak gerek: Neden? Mesela bu vatandaşların birçoğu kendi magazinel, fikri ya da siyasi dergilerinde "Dr", "Doç. Dr", "Prof. Dr" ünvanlarıyla yazacak, bir titr'in üzerinden ahkam keserek kendilerini sembolik bir ehlileştirmeye dayayacak kadar zavallı olabilmektedirler.

Bir de 'modernist' ve 'seküler' olacaklar! Üniversitenin ücretli köleleri olduklarını kavramaları gibi birşeyi bu beylerden, hanımlardan beklemiyoruz; ama en azından vaaz verdikleri kurumdan çıktıklarında kendi papaz kıyafetlerini çıkarabilecek kadar erdemli olmalarını isterdik.

Bilim muhafızlığına soyunurken yaptıkları 'Don Kişot'luğa kendileri bile inanmıyorlar demek ki! Nasıl bir sinizmdir bu? Sokağa çıktığında din tüccarlığına girişen bir cami sofusundan hiçbir farkları yoktur bu bakımdan. En azından birincisinin daha sahih ve aşkın emelleri var; ikincisi ise bir yalanla birincisinin işlevini sürdürmeye, bu çağdaki versiyonu olmaya kararlı.

0 comments: