Bliss: Ignorance or truth?

Sisyphus Miti’nde Camus’nün önesürdüğü felsefenin en önemli sorusu olan “tüm anlamsızlığına ve abzürlüğü ile beraber yaşamın yaşamaya değer olup olmadığıdır”dan ilham alıp bugüne ilişkin bir temel soru belirleseydim eğer, muhtemelen şu olurdu: Eğer içeride bir simüle model yaratarak yaşantılayabiliyorsam, dışarıyla alakadar olmalı mıyım? Eğer dışarısı sonuç itibariyle benim beynimde nöral aktivasyonlarla yorumlanıp distorte olup öyle algılanıyorsa; dışarıyı önemsemenin bir gereği var mıdır? Bunu vazife etmemin ne anlamı olabilir? Örneğin, teknolojik bir zeminde konforum var olduğu müddetçe, teknolojiyi dışta tuttuğumuzda, hakikat arayıcısı doğa bilimlerinin ne gereği var?

Düşünün ki tüm yaşadıklarınız beyninizde siz yaşantılıyormuş gibi simüle edilebiliyor – e o zaman bu durumla dış gerçekliği dolayımlı yaşantılamak arasında nasıl bir fark olabilir?

Bu soru şu zamanlarda temeldir ve tüm politik tercihlerinizde direkt etkindir. Eğer sevgilimin beni sevdiğini beynimde kazımayı başarırsam, o benden “aslında” nefret bile etse, beni seviyormuş gibi yaşantılayabilir (Davranışçı terapiler bu türden bir ego psikolojisini salık vermiyor mu?). Bu kadar basit değil tabii. Aslında zaten sevgilimin bana aktardığını dolayımlı olarak alıyorum; bunu yeniden dolayımlayıp (örneğin bir fetiş üzerinden) bir yalan’a dönüştürebilirim. En baştan hiç bir yalanı zorlamadan yaşantıladığım da aslında bir dolayımdan ibaretse eğer, bunun en başından beri bir yalan olmadığını nereden bileceğim? (Lacan, ağzını açar açmaz yalan söylemektesindir zaten diyordu.) Sezilerimden mi ya da bir iman burda olmazsa olmaz mıdır? Ya hakikat? Onu terk mi etmeliyiz?

Bu sorular mutlaka Matrix’teki Cypher (hain) karakterinin yemek esnasında Ajan Smith’le yaptığı o ünlü ihanet konuşmasını akla getirecektir:

"Aslında bu bifteğin gerçek olmadığını biliyorum. Ben onu ısırdığımda, Matrix beynime vereceği elektrik sinyalleri ile bana onun sulu ve lezzetli bir şey olduğunu hissettirecek. Dokuz yıldan sonra ne öğrendim biliyor musun? Cehalet mutluluktur." [çeviriyi şuradan aldım]

Camus’nün sorusu örneğin Histerik Bilinç’te bahsettiği üzere Saffet Tura’ya göre “felsefi soru niteliğinde bile değildir”. Bence kazın ayağı pek öyle değil. Felsefe illa bir alana sıkıştıralacak birşey değil, ve elbet tarihten bağımsız “objektif”, insandan bağımsız bir soruyla meşgale olmak zorunda da değil. Etik ve estetik insandan bağımsız nasıl düşünülebilir? İnsandan bağımsız bir referans noktası alsak da (ki bence alınmalı), eninde sonunda mevzuuyu insanla noktalamak durumundayız etik söz konusu ise...

Camus’nün sorusu modern zamanlara dair iyi bir sorudur ve doğrudan yaşamlarımızın nasıl organize edebileceğimizi irdeler. Modernizmin sorunsalı Tanrısız bir etikle et ve tırnak gibi içiçedir. Bu soruya verilen “abzürd”ü onaylayan bir cevap ne kadar yerindedir, o da tartışılacak bir konu.

Matrix’te Neo ve Cypher’ın sorunsalı ise tam da bugünün nörobilimlerinde gelişimi de dikkate alırsak önemli ve bence temel bir etik mevzuuyu dile getiriyor: Sorunun çözümünü dışarda aramalı mıyız? Dışarda bir hakikat varsa bile, bununla meşguliyete değer mi?

Bu ikinci soru bizzat verilecek cevaba göre aydınlanmanın safında olup olmadığınızı belirleyecek bir turnosol kağıdıdır.

Thomas Metzinger, Ego Tünelinde “üstün yapay zekalar” üretiminde dikkatli olmamızı, bizim gibi bir ego modeline sahip makinalar ürettiğimizde, onların acı duyabileceklerini ve dünyada “acıyı” arttırmanın doğru bir seçim olmayacağını söylüyordu. Bu tezde çok problem var. Birincisi ego modeli zorunlu olarak bilinçlilikle eşleştirilmeyebilir. Bilinç için bir ego gerekli ama yeterli olmayabilir. Örneğin bir zamanlar çocukların elinde pek popüler olan şu Japon oyuncakları tamagotchi ‘ler ağlayabiliyorlar, onları besliyorsunuz, altını temizliyorsunuz filan! Metzinger aksini savunsa da böyle gelişmiş bir egoya haiz robotun “acıyı duyduğu”na ben ikna olamıyorum. Çünkü sadece egolardan, simülakr'lardan ibaret değiliz! İkincisi, acı’nın çekilmemesi gerekli bir duyguya indirgenmesinde problem var. Bunu kriter alsak bırakın akıllı robotları, büyüme sürecinde bol miktarda acı ile donanmış insan soyunu devam ettirmek de yanlış o zaman... Doğurmayalım gitsin! İnorganik cansız aptallık yığını –bildiğimiz kadarıyla- acıdan yoksun değil mi? Bundan Metzinger’in kitabının son kısmındaki etik önermelerinde ciddi problemler var kanaatindeyim.

Sonunda sorumuz şuna evriliyor: Eğer insani yaşantısaldan egoyu (imgeseli) ve toplumsalı (simgeseli) çıkarırsak arda ne kalır? Tamam, kabul: bu soru sinsice “arda birşey kaldığını” varsayıyor. Benim ya da bana göre materyalizmin varsayımı bu.

Yani Cypher herşeyi unutmak istese de, arda kalan birşey vardır bence. Ve bu, bir insanın hafızasından da bağımsız bir şey’dir. Benden bağımsız ama benim ilişkiye geçebileceğim nesneler bütünü diyebiliriz bu şeylere...

Dışarısı kırılgan ama değerlidir demeyi tercih ediyorum, bu yüzden.

2 comments:

mavi duvar said...

can kuntam ve kintem;

gerçek, her zaman dilin ötesinde değil mi zaten?

Tolga said...

öyle olsa gerek mavişim duvarım :)