karanlığa dua

Yaşadıklarını bir saat sonra değerlendirince başka, bugün düşününce bambaşka. Dün sana aptalca gelen, dün sana geveze, dün düşününce gereksiz bir taşkınlıkmış, maskaralıkmış gibi gelen. Reddettiğin. Bir gün sonra kabullenmek zorunda kalıyorsun. Aptalca gelmesi, kendindeki korkuyu bastırmak için. Gereksiz taşkınkınlıklara verdiğin hükümler, senin şimdilerde pek de kaldıramadığın bu limitsiz enerji vaziyetleri, o enerjinin yoksunluğundan, yorgunluğundan ... Üzerinden nasıl atacağını bilemediğin yorgunluk. Yorgun.

Sözcükleri kaldıramaman, dün gece içten içe yeter artık diyip Türkçe konuşmak istemen de bundan. Bıraksan kendini varacağın yerden korkuyorsun, kendine ket vurmamış yaşamlara uzaktan uzağa imrenirken, o yaşamlara destanlar yazıp dururken, kendin bu çöl kuraklığından yanıp da kül olmayı yeğliyorsun. Jouissance. Müzik gibi akıp gitsen, hangi durağa çıkarsın. Bilemezsin. Bilmediğin bir yola çıkmak için, geceleri önce bir duaya başlıyorsun, sol göğsüne vurup: "Hüüü". Sonra Antoine Doinel misali ismini tekrarlayıp duruyorsun aynada beliren yüzüne karşı. Sen söylerken ismini, aynadaki daha yüksek sesle yankılıyor. Karşılıklı bu ismi tutturmuş, birbirinize bağırıyorsunuz. İsmini sonsuz kez tekrarlasanız sanki aynaya yansıyan ve sen bir bütün olacaksınız. Tüm parçalarınız biribirine giriftlenecek. Bir. Bütün.

Sabah kalkınca yine paramparçasın oysa. Sabah yine yorgun ve traşsız bir suratla, kahveye muhtaç bir zavallılıkla, günaydınlar dolu tümcelerle başladığın gösteri dünyasına devam. Sonra saat geçer. Biri soru sorar. Aklında dayanamadığın akışkanlığa, akışkanlıktaki kadına, dizginlenemeyen kadına, susuturulamayan ve durdurulamayan kadına bir bir döktüğün sözcükler. Bu dönüp duran koltuklar mı seni bu hale getirdi? Gökyüzünü sana yasak eden bilgisayar ekranının sahteliği mi? Dışarıda yağmurun bile yağıp yağmadığını bilmemen mi? Tütün bile içilmiyor, zehirleyemiyorum kimseyi. Sizler bireysiniz çünkü, ömrünüzden çalmak bağışlanamaz. Rahatsız olmayın. Ben dışarı çıkıp, merdivenlerden inip, püfür püfür çekeceğim şu köşe bucakta. Az ötede, yerde oturan adamlar açlık grevine başlamışlar, üst katında Amerikan ordusunun bulunduğu binanın yanıbaşında. Alt kattaysa bir Meksika restoranı ve restorandan gelen et kokuları, bir maç oynanıyormuş seyircisiz sahada, et kokularına karşı açlıktan mütevellit ağız kokuları.

Sonra bir durdurulamazlık var, bu kadınsı nemli havalarda. Ya bıraksam kendimi, gözlerim kapalı, kulaklarım tıkalı akşam karanlığına, bir ırmak boyu aksam da aksam sularına, söyleyin hangi yönde bulacağım kendimi, şu kendim olamayan kendimi, şu aynalarda çakışamayan kendimi, söyleyin Allah aşkına.

Not: Bu yazı 09.10.07'de yazılmış. Bugün aynaya bakıp, sapıtınca aklıma geldi. Karanlık arşivlerden çektim aldım.

0 comments: