yaranâme

batık gemiler, seyyar satıcıların yüksek sesle ve tane tane biyografimi okuması, yerin dibine girmeler ve daha neler neler. bu an var ya bu an. tam tuttum diyorum, hacı şakir misali kayıyor elimden. mesela saat altıya geliyor ya, bir bakmışsın daha geleni gideni olmadan ortalıkta altı filan kalmamış. sonrasında saat umutsuzca altıdan bir sonrasına gelmeyi deniyor.

biliyor musun, kahve falımda çıktın. saçın topuzmuş, ben psikopata bağlamışım gene, bağırıp çağırıyor duvarları yumrukluyormuşum, senin gözlerin dolmuş, ben suspus olmuşum birden, göz varmış üzerimizde, başımıza üç iri taş parçası düşecekmiş. o an dilimle tüm lekeleri fincanın dibinden ve tabaktan süpürmemek için zor tutuyorum kendimi.

saatleri unutsam hele. günleri ve ayları ve yılları ve fotoğrafları ve sesleri unutmak bir çocuk oyuncağı olacak. örneğin kumdan yapılmış bir kale. saatleri unutsam bir. toz olup dağılacak. ama içimde sinir bozucu bir ses: tik tak ta tik tak, peşimi bırakmıyor meret. üstüne üstlük sürekli kulağıma bir parola üfleniyor. ve bana sakla diyor, hiç kimseye söyleme bunu. ancak böyle özgür olabilirmişim. kendi beynimin labirentinde tutsakken özgür oluyormuşum güya, ne saçma, ne saçma, ne saçma.

0 comments: