Yazmak, yeniden yazmaksa eğer, sürekli bir fark ortaya koyabilme huzursuzluğunu kendine dert eder durur. Bu dert onun motorudur aynı zamanda. Fark, yazarın bulunduğu koordinattan kaçmak ya da uçmak için sürekli bir memnuniyetsizliği araç ederek oluşturduğu, farkedilmeyecek sonsuz küçük izlerdir. Bu minik darbeler her yazıda raslantısalsa da, biriken yazılar toplamı yoluyla bir karakteri ayırdetmek gibi bir umudu da içlerinde taşırlar sonuçta. Böylece memnuniyetsizlik kendini ortaya koyma şansı bulacak, ötekini yadsırken kendini de yadsıyacak ve hiç bilmediği bir evrene gireceği umuduyla yaşam enerjisini sağlayacaktır. Bir şarkı ya da ezberlenmiş bir dua ağzımızdan çıktığında “akılsız”ca kendini tekrar eder ve böylelikle dinleyene de söyleyene de haz verir. (Ya da daha doğrusu ‘gaz’ verir.) Çünkü hazzın zerrece aklı olmaz; o, akla en yakın mesafedeki akılsızlıktır. Haz, aklın son kertede akılsızlığa aktığı noktada fışkırır.
Yazı, mikro ölçekte akılsızca evrilerek kendini idame ettiren sürecin bir parçasıdır işte. Her akılsız kelime çıkarımından sonra, yazar kendinin günün sonunda değişeceğine iman eder. O yüzden usta bir nişancıyı taklit edercesine tek gözünü kapatır da yazar. Her yere dikkat kesildiğinde aslında gidecek hiçbir yeri yoktur çünkü, bundan tek yapabileceği dışavurduğu akılsız bir söz’le yaşamın aptal kutsiyetine yaraşır olmaktan ibrarettir.
2 comments:
İyi yazı, yazarını kapı dışarı edebilendir. Yazar artık sadece kovulduğu dış dünyadan ona aracılık yapabilmeye muktedirdir.
Yani kendi yazdigina yabancilasmasini da mi iceriyor bu? Kabul etmekde zorlandigim bir sey bu.
yabancilasmaya yabancilasmak icin yabancilasmak gerekli derim sadece...
Post a Comment