aklıma çukurda düşen

Oh, could I, could I really write a book? You gotta be kidding.

Neden başka dilde sordum bu soruyu ? N'olduysa, reel hayattan şimdi bana aktarıldı ve Türkçe bir çırpıda söyleyemedim. İlla bir açıklama isteme benden sevgili okurum, illa bir açıklama bekleme benden sevgili kendim ve ötekim, bana kızma, beni kritize etme, benle oynama, benden çok şey bekleme, acizliğimden öyle şatafatlı meyvalar çıkmadı, çıkmaz, çıkmasın.

Sadede gelelim. Kitaplar ne idi ki benim için? Zor zamanlarımda sarıldığım kelamdan kurduğum hayallerdi - bundan çok uzun süre nerdeyse hiç kitap okumadım. Halkın dostları kimlerdir ve sosyal demokratlara karşı nasıl savaşırları hariç tutarsak, böyle. Belki 25'ime kadar okumadım doğru dürüst, yirmi beş kritik bir yaş olmalı. Bu eşikten geçtiğimde dokunduğum şeylerin bana eskisi gibi dokunamadığını farkettim. Ve sonrasında kitapları sayfa sayfa ve usulca çevirmek durumunda kaldım. Bu kağıt yığınlarına hiç aşık olmadım, ama onların kafamda yankıladığı sözlere ihtiyacım vardı, zaruri bir ihtiyaçtan okumak durumunda kaldım.

Söz gelip kurtarabilir miydi? En azından Alis'in tavşanı gibi elimden tutup evvelsiz sonrasız bir tur attırırken leziz manzaralar sunabilirdi bana. Sorduğum onca soruya cevap ararken bir yardım eli uzatabilirlerdi. Beni verili düzenden bir zamanlığına başka yerlere götürebilirlerdi - herkesten kaçabilmek için bir bahane olabilirlerdi. O zamanlar sahip olduğum top sakalıma belki iyi bir eş bile olabilirlerdi. Tüm devrelerimi bilinçli olarak kapattığımda kendi hakikatimi yansıtan gazlar olup korteksimden sızabilirlerdi.

Sonra güneşten korktum. Güneşin sıcaklığı belki tüm bu hayaller birikintisini gölgede bırakırdı. Hayaller gerçeğe yalnızca yalnız başımayken üstün gelebildiler - bunun ismine 'kendi dünyam' dedim. Elinizi içine atsanız ne rezillikler, ne suskunluklar, ne budalalıklar bulursunuz o dünya'da- sanırsın acemi bir Dostoyevski romanı. Yahut sürreel bir kandırmaca.

Hayır dostlarım içinizden şimdi geçirdiğiniz o küçümser fesat düşüncelerinizdeki gibi derdim pek bir kültür junkie'ciliği filan olmadı. Olamazdım da. Halis muhlis bir amele sınfı çocuğuydum, kökenlerim Abdalan aşıretine dek uzanıyordu, ilkelliğin beklentisinde açtığım ellerime güvendim. Beyhude bir mucizeyi dert edinmiştim. Elimi açıp, kafamı sonsuzluğa verdiğimde hayallerim ardı ardına gelecek, tüm o dünyamı işgal edecek ve başka dünyalar bir bir iskambil kağıtları gibi devrilecekti. Bu saçmalığı öyle açığa vuramazdım tabii, ayık kafayla düşündüğümde bir sarhoş maskeyi giydiğimin ben de farkındaydım.

Ama sözcükler rakamlar imgeler bir olup kafamı kapladıklarında, onların esrikliğinden alamadım kendimi. Bir noktadan sonra "gerçek" dünyayı da kendi dünyama kattım. Okuduğum, gördüğüm, duyduğum ruh hastalarıyla arkadaş oldum. Bundan çok çabuk Althusser'le hemhal olabildim mesela. Tabii dürüst ve cesur olanlarıyla, vazgeçmeyenleriyle, sahip olduklarına tekmeler atmaktan kaçınmayıp, yaşamı kendi seçtikleri intiharlarda bulabilenlere... Onlar bana kendi eksik yüzümü ayna tuttular, betondan yapılmış ruhuma bir nevi yumuşatıcı toz oldular.

Bir kitap yazsaydım, ölümden sonra varolabilmek için olmazdı bu. Biliyorum ki kitaplar da çocuklar gibi gömülürler ya da yanarlar. Eğer varolan dünyayı mizahi bir arkadaşlık ordusuyla kaplayabilme şansını taşıyabilseydim, birşey yazmaktan da okumaktan da tümden vazgeçerdim.

0 comments: