Tanıdığım insanların spektrumundaki genişlik arttıkça, farklı kişiliklere bu kelime oyunlarını oyanayabilme yetimin arttığını farkettim. Kelam eğlence için olmazsa olmaz olandı.
Ahali eğer bugün Cüppeli Ahmetvari türlü şarlatanları dinliyorsa, onlara destek veriyorsa belki onlar da "kendince eğlenmek" istiyorlar. Elbette bu hocaların her mezhebe ve seviyeye uygun başka türlü versiyonları var.
Öyle ya dinde türlü konseptler var: Bundan mutlak olan Tanrı pek muğlak bir kavramlar dizgesini kullarının üzerine yağdırıyor. Sonra da bunlarla oyna da oyna, kafana göre oyna!
Eğlenceyi bir yana bırakırsak, mutlak olana en büyük saygı "sessizlik"ten geçiyor.
Böylelikle "komünizm" algım da değişti. Nasıl Tanrı önce mutlak ve herşeye kadir olansa ve sonrasında modernizmle birlikte "iktidarsızlaştırılmışsa", sosyalizm de böyle bir evrim geçirdi bence.
Bu iktidarsızlaşmanın izlerini basbayağı mesela olsaılıkçı Pascal'da bulabiliriz. Tanrı ahlaki bir meseleden ileri gidemez artık, ontolojik tahtından alaşağı edilmiştir! Kierkegaard spirütüellikten umutsuzluğa kadar türlü labirentlerde aramıştır Tanrısını. Tanrı belki modern dertlerimize bir afyon, ağrı kesici olabilir ama bir "cevap" asla! Bu babda bilinen anlamda varlıksal Tanrı ölmüştür ve artık asla İsa'da bedene gelip su üzerinde yürüyemez ya da miraçta bir Muhammed'le konuşacak takatı pek kalmamıştır.
Sosyalizm ve tanrının evrimindeki benzeşme diyordum... Elbet birincisindeki değişim çok daha hızlılık arzetti ama yapısal olarak aynı yollardan geçtiler. Önce zamanın determinist fikriyatına uygun olarak "herşeyi açıklayabilen, dertlere deva" bir sosyalizm arandı. Bundan yola çıkıp sosyalizmin başına "bilimsel" sıfatı takanlar da oldu.
Şimdilerde bana göre "sosyalizm" anlam arayışlarının ötesinde sadece ahlaki bir boyutta sahip çıkmaya denk düşüyor. Yani bir tercihtir. Bu tercihi yapanların Mao'nun soğuk savaş sırasında ABD'nin atom bombası tehlikesine karşı "bomba atsalar ne olacak? evrenin nezdinde Çin üzerine atılmış bir bombanın ne önemi olabilir?" demeci hakkında uzun uzun düşünmeleri gerekir.
Sosyalizmin "rasyonel" tercihler toplamı olması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin bir sosyalist "3 çocuk yapılması lazım"ın bir sol-romantik versiyonu olarak "analar ikiz doğursun" diyemez. Zira biliyoruz ki, böyle bir doğum oranı birkaç on yıl sonra Amerika kıtasında ayak basacak yer kalmaması anlamına gelmektedir. Basit bir istatistik bunu göstermeye yetiyor.
Eğer "tercihim insan soyunun varlığından" yanaysa, o zaman "doğum kontrolü" canı gönülden desteklerim. Söz oyunlarını bir kenara bırakırsak - evren ve insanlık arasındaki gerilime bağlı sorular ve tercihleri değerlendirmek ve taraf almaktan başka her türden lafızın politik olarak "anlamsız" olduğunu düşünüyorum. Ama eğlenceli olan, zorunlu olarak bu anlamsız anlamlılığı barındırmak zorunda - ondan tamamen kesip atalım demek gücüne haiz değilim.
Mao'nun sorusunu ciddiye alıp, "insanlık dediğin koca evren karşısında bir hiçtir" diyerek boş da verebiliriz tabii. Bu soruya olumlu ya da olumsuz cevap vermek bir etik tanımlamakla olanaklı, "konseptler" üretmek ve laf ebeliğiyle değil.
Çünkü sadece insanı ilgilendiren sorular "varlık alanını" hiç ırgılamıyor.
3 comments:
Pascal'ın, Althusser'in şiddetle karşı çıktığı "diz çök, dua et, inanacaksın." tavsiyesine biraz dokunmuş olmak gerekiyor...
Tanrının, varlık alanından çekildiği ve sadece terapik etkisinin kaldığı bu rasyonel dünyada daha da çok-daha da fazla rasyoya sığınmayı teklif ediyorsun yani. Üzerinde hiç düşünmediğimiz Tanrı kadar soyut Tanrı kadar somut her türlü rasyonelleştirmeye, daha da çok-daha da fazla bölünmeye eyvallah mı?
"Varlık alanını" ölçüp biçerek, "anlamı" da fizikle mi arayacağız bu durumda? Cidden amacı (yani anlamı) bilmekse hedefimiz, senin sadece ahlaki boyuta sıkışmayan o çok yüce 'etiği' tanımlarken bize önerdiğin yol -cidden- bu mu? Beni ikna edemedin, Cübbeli'ye gidiyorum o yüzden.
Sevgili dostum cüppelinin çok daha eğlenceli olduğunu söylemiştim. Hep böyle fikirlerden yalnız başıma kalıyorum zaten :) Modernizme batır çomağı, bir de üstüne "çığlık"vari cümleler serpiştirsen halbuki bayağı bir alıcı kitlem olabilir sanıyorum. Ama alıcılara bağlı bir hayat eskisi kadar da cazip gelmiyor. Hele doğuda hiç cazip gelmeyecek bu öneriler.
Aslında tek demek istediğim: "ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum" Diz çökmekten vazgeçin ve kafanızı yukarı kaldırıp, bir düşünün derdindeyim. Bir bulaşık yıakmak için düşünmüyor muyuz "tabakları nereye koyacağız, bulaşık sabunumuz var mı, sıcak su akıyor mu" diye. Eh madem devrimcilik iddiasındasınız, en azından bulaşık yıkamak için çalıştırdığınız zihninizi burda da kullanın istiyorum. Kirli yağlı tabaklar birikmiş bir bulaşık canavarına karşı çığlık da atabilirsiniz tabii, bir gün gelecek bu tabaklar yıkanacak diye mesih de bekleyenler olabilir.
Bahsettiğim etik elbette "irrasyonel" kriterlerden oluşmak durumunda. Ben mesela "kürtaj taraftarıyım" - kadının kendi hayatının daha henüz gelişmiş 9 aylık bebeğe yeğliyorum. İkisi de bir bakıma insan aslında. Ama bir tercih yapmak durumundayım ve yaşı ilerlemiş olanın hayatını kaliteli devam ettirebilmesini tercih ediyorum - bu anlamda benim anladığım sosyalizm de "insana yönelik ahlaki tercihler bütünü" diyorum. İrrasyonel de aslında rasyonel olana içkindir.
Fizikte anlam aramak mı? Yok anlam değil, "sorular oluşturmak ve cevapları sınamak - ve hakiki olana sınırlarımızı bir an için olsun aklımızdan çıkarmamak koşuluyla yaklaşmak" belki.
Yalnız başına kalmak iyidir. Ama bak hâlâ aydınlanamamış müphem 'başkalarını' da düşünmeden edemiyorsun. Kafanı kaldırıp göğe bakmak da yalnız kaldığında olur zaten; ama bu inanmadan, yani inanmak için bir şey yapmadan oluyor mu, hakikate "kafa çalıştırılarak" yaklaşılabiliyor mu bunlar da sorulması gerekli diğer sorular tabii.
Post a Comment