Yine tanımlar uyuşmuyor. Sırtıma sürekli yük biniyor.
Erken kalkmak nedir bilmeyen biri erken kaldırılıyor. Normalde dörtte (PM) kahvaltı yapabilecek birine tam onbirbuçukta (AM) öğle yemeği yediriliyor. Kendi dilinde bile konuşmakta zorlanan biri üç dilde yarım yamalak konuşturulmaya zorlanıyor.
Hastalarla konuşmaya çalışıyorum. Hepsi titriyor ve acı çekiyor. Bir kısmı ilaç alıyor, bir kısmının beyninin orta yerine elektrotlar ve daha neler neler koymuşlar. Ah büyük insanlık! Ah vücudumuzu kendi imajından yaratan büyük Tanrı, şu elektrodu kafamıza en baştan soksaydın ya, etten ve kemikten olma elektrot ve uyarıcı ekseydin ya. Eksik Tanrı, eksik insan birleşmiş de böceklerin kendilindenliğinden medet umuyor. İşte bu beni pek güldürüyor.
Nerdeyse hiçbir kitabım yok artık. Yanımda kendi yol’umda okurum diye hediye edilen Kerouac'ın On the Road'u hariç. On the Road bana bayağı güç katıyor. Böyle zamanlarda Toni Negri’yi, Fransa’da sürgünde yalnız kalışını, aldatılışını, Spinoza okuyuşunu ve böyle böyle kendini teselli edişini aklıma getirip, hayal etmekten kendimi alamıyorum. Negri kağıtsızdı. (Böyle lanet bir bürokrasi görünce kağıtsız kalmak daha iyidir diyorum bazen.) Bense kitapsızım. Hepsi bambaşka mekanlarda ve öksüzler. Ve türlü yerlerdeki tüm kitaplarımın birleşmesi, proletaryanın birliği kadar zor olmasa da, yine de kolay iş değil.
Tanımlar uyuşmuyor. Kendimi anlatmak zorunluluğundan da bıktım. Ben şurdan geldim demekten, mühendisim ama aslında değilim demekten, komünistim ama aslında bildiğinden değilim demekten, şuradanım ama aslında değilim demekten...Yorgunum... İlk defa bu kadar yoğun olarak hem de. Hangi sebepten yorgun olduğumu bile bilmiyorum artık. Geçmişi, şunu, bunu suçlayamam. Geçmişi suçlamam bu an’ın kadrini bilmezlik olur. Bu anın bana ve ötekine sunduklarına. Bu anın gücüne. Herşey ve herkes ne kadar uzak ve ne kadar yakın. Ne kadar çok sevesim ve ne kadar çok nefret edesim geliyor bu mevsimde. Soruyorum: bu havalar neden bu kadar orospuca?
Basit ve pür. Yaşamın tümüne bu kirlilikte sığdırılması çok zor şeyler belki. Ama ilaç olabilecek ve aradığımız tek şey işte, ‘pür’lük. Aldırışsız hissedebilmek ve yavaş adımlarla ve tatminsizlikten ve markalaşmaktan ve gereksiz homurdanmaktan ve zorunluluğa teslimiyetten uzak bir köy var ve o köy ne kadar uzaktaysa bir o kadar yanı başımızda.
1 comments:
Cok hos olmus. Bir cok yerde ayni seyleri yasadigimi dusundum;dil meselesi, elektrod meselesi, bir de kitapsizlik...
Sagol.
Post a Comment