Omuzlarda yanmalar yine başladı.


Etrafta gördüğüm herkes bir makina. Kimi duygulanmaya programlanmış, kimi hissiz bir koşturmacaya...


Neye koşuyoruz? Nereye gidiyoruz? Medet umduğumuz bir öteki olmadan bir hiç’iz, hiç!


Ama her yanımız kan içinde. Şikayet edecek birşey bulmak öyle kolay ki, hele.... bir de yanımızda kimse olmayınca. Kalabalık bir salonda bir başımıza, kalabalık bir caddede bir başımıza, bir ırmak boyunca bira yudumlarken bir başımıza. Hani herkes içerken, sen gidersin bir yana da, isminle çağırırlar: “Hey, yine nereye gittin?” Sense birşey olmamış gibi, daldığını söylersin. Uzaklara gittiğini. Uzaklar dediğinse burdan bir an evvel kaçıp, yok olma isteğindir. Bitmen. Yok olman. Yok.


Bir aradalık bile ticari bir balonun yan ürünü ise, sevgi dediğin gösteri dünyasının sunduğu cesetlerden birinin adı ise. Dizi filmlerde, reklam panolarında, bilgisayar ekranlarında her an gözüne sokulanın...


Ya kucaklaşmalar? Nerede sabırla ve birşey beklemeden dinlemeler?


Siz arkadaşları borç vermedi diye Ayazağa ormanlarında kendini asan bir üniversite öğrencisi tanıdınız mı? Benim çok uzaktan merhabam vardı sadece. Kimse şaşırmadı ama gittiğine. Sonra bir arkadaşınız delirip birden size sırtını döndüğü , size küfretmeye başladığı oldu mu? Artık o arkadaşımın ismi bile geçmiyor arkadaş sohbetlerinde. Unutuldu. Belki unutulmak istedi.


Ama elden ne gelir? Sadece ölen ve deliren ve çıldıran ve en aşağılara inenler değil her birimizin yaşamı da silindi yavaş yavaş, gölge insanlara döndük... Onlarsız ve rahatlıkla ve umarsız söylediğimiz her sevgi ve nefret sözüyle birlikte aşındık birer birer.


Ama “sen hiç üzülme, hiç ağlama. Bak hala burdayız.” Ellerimiz açık, göğe bakınca sıkılsak da, ve medet diye sokulacağımız bir öteki olmasa da, burdayız işte.

0 comments: