And... The end...

Kapattığım her blogda öyle böyle bir kapanış yazısı oldu genelde. Bunda da olsun madem. Bir iki güne kalmaz, bu sayfaları silmiş ya da dışarından izlenmesini engellemiş olacağım.

Karanlık, eğer bir direnişin izdüşümü olamıyorsa bir anlam ifade etmez. Dücane Cündioğlu diyordu, "karamsarım ama kötümser asla" diye. Bendeki karanlığın yansıyabildikleri oldu genelde yazdıklarım; çoğu zaman ruh halimin spontane dışavurumu oldu, hesapsız ve kitapsız... Ama en karanlık cümlede bile, kötümserlikten uzak bir neşe'yi kendime kılavuz edinegeldim. Yaşamda da böyle, umutsuz olmaya hakkım yok diye düşündüm, düşünüyorum. Herşeyi sıfır'a götürebilme güdüsünü omuzlarında taşımak bile aslında şu "sistemli" dünyaya karşı bir umuttur.

Nihayetinde öyle çıkmaz bir sokak da yok ölümden başka ve ölüm de 6 yıl evvelki gibi korkunç gelmiyor bana. Yokluğu eskiyle karşılaştırınca gayetle kanıksayabilmiş durumdayım.

Karanlık yeterince zifiri hala, bunda bir değişiklik yok. Ama artık elim de gitmiyor "estetiğe" öyle çalakalem- etrafa dediğim gibi artık trajedinin de bir anlamı kalmadı. Memleket sağından soluna trajedi dolu, kaybetmişlik dolu... "Devrim vaktiyle bir ihtimaldi" cümleleriyle başlayan kitaplar yazabiliyoruz ancak - ve ben hala ihtimal dahilinde olduğunu düşünüyorum. Ama nasıl bir devrim? Düşünce de tek başına zaten tutunabildiğim en kuvvetli dal olageldi, düş-ün-ceye tutunabilirken yalnız bile kalsam, aslanlara kaplanlara öyle kolay da yem olmam gibi geliyor. 

Trajediden bir çözüme çıkamayacaksam yazı da yazmayacağım, susmak yeğdir diyorum şimdi. Aslında bundan 6-7 sene evvel, blog tutma macerasında bize garkedilen trajedi zehrinden çıkmanın bir yolu olarak, "birliktelik" amaçlı çıkmıştım: İlk bloga "Çarpım Tablosu" demem de hep bundandı, birlikte çarpılmak ve çırpılmak için. Çünkü en bağımsız "ben" bile hep bir ötekiyle birlikte varolduğunda anlamlı olabiliyor bence. O zamandan bu zamana blog sayesinde tanıştığım insanlardan çok şeyler öğrendim, iyi şeyler oldu, kötü şeyler oldu. Hep de olacak zaten...

Hem eski blogcuların çoğu da ortamlarını terk ettiler; sonuçta herbirimizde bir tıkanlık oldu. Ya da bir kısmımızda meşguliyet ağır bastı. Velhasıl, tek başıma buralarda düdük öttürmenin pek manası da kalmadı. Yazdıklarım da "çözüm"e, çözülmeye yol açmayacaksa, susmak yeğdir. En azından buralarda susmak, evimde susmak bana bir yol açmak için anahtar olabilir.  

Kendi kişisel izdüşümlerimi dışarı vurmanın çağın bireycilik vebasından payıma düşenle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Belki haksızlık da ediyorum kendime ama "ben, ben, ben" diyenleri içten içe kıyasıya eleştirirken, farkında olmadan da olsa onların izinden yazıma sadece "kendimi" dökmek istemem. Kendimi önemsemediğimden değil bu; sadece yazı sadece ben'e ait estet birşey olamayacağından. Belki de eskinin 19. yüzyıl Rus entelijiyansının da inandığı gibi bu dünya böyle referanssız ve kimsesiz kalmış bir karmaşada boğulurken, "böylesi bir tarz yazı lüksüm / lüksümüz" de yok!

Ne var. Onu bilmiyorum ama bilebilmeye çabalamak için de elimden geleni yapacağım. Bu sözde durabilirim diliyorum. Bakalım bakalım.

Ladies and Gentlemen... Ciao!

2 comments:

kacakkova said...

de hayde!..
derim ki bernhard okuyalim sikintitimizi artiralim...

Tolga said...

dibine kadar diyorsun yani :)

şu ara roman okuyamıyorum nedense, tersine dönünce mevsim, o zaman bakacağımdır bernhard'a da...