El falı

Ellerimi sokağa abanıyorum - karşıma üç beş insan çıkıyor. Bir hüzün var içlerinde, bunu görüyorum. Dillerindeki şarkıcı isimlerinden anlıyorum bunları, ya da Sartre'ın Bulantı'sından şiirler çıkarma girişimlerinden. Herşey hoş oysa ve hafif. Ama ellerimiz tüm gülümsemelerimizi kapatıyor.

Harika bir toplantıdan bahsediyorum. Harika konulardan konuşuyoruz, bir kez sustuk mu, birbirimize bakıyoruz, ne diye burdayız, ne diye günlük hayatın formal saçmalıklarını anlatıp duruyoruz. Biz konuşmadan birbirimizi sevemiyor muyuz? Diyelim partiler olmadan, zor bulunan bira markaları olmadan kutlayamaz mıyız baharı. Bu sessizlikten ürpermekten çekinmeden, sağır ve kör koşuşturmadan, ayinler düzenleyemez miyiz. Kim alıyor elimizden en sevdiğimizle konuşmayı. Telefon dalgaları, hiç anlamadığım laboratuvar artıkları, son model arabalar mı?

Bu arabalar beni nereye koşturabilir. Dünyada tek bir noktada, tek bir çığlığı paylaşmak için beklerken. Hangi yollar sen'i bana getirebilir. Ya da hangi otobüs molasında şerefine çay içebiliriz. Otobüsünüz birazdan kalkıyor, lütfen yerlerinize sayın yolcular. Kalkıyor ama siz hala ordasınız. Çok uzakta. Çok uzakta ve avuç içlerimiz kadar yakın.

1 comments:

nt said...

eskiden hüzün mevsimi sonbahardı. son zamanlarda çoğunluğa bütün mevsimler hüzün getiriyor galiba. ellerimizi bi yıkasakta geçse keşke.