Dekalog 1

"Seni esirlik evinden, Mısır yurdundan çıkaran efendin Allah'ım."

Bir gün sokakta bir köpek leşiyle karşılaştım. Kan içinde, parçalanmıştı. Titredim. Sahibi olduğunu sandığım adam bağırıyor, çağırıyordu. Yüzü kıpkırmızıydı adamın. Sonradan öğrendim ki o adam bir dişçiymiş, bu köpeğiyle beraber uzun zamandır binanın birinci katındalarmış ama üçüncü kattaki muayenanesine yeni taşınmışlar. Köpekceğiz önceleri birinci kattaki pencereyi açık bulduğunda aşağı sokağa atlamayı pek severmiş. Üçüncü kata taşındığında bu özgürlükçü alışkanlığını dizginleyemeyip yine pencereden sokağa atlamak isteyince haliyle eceli onu kırmayıp, erkenden gelmiş.

Ben de çocukken bu köpek gibi sokağa gözüm kapalı atlamayı oyun edinmiştim kendime. Bulunduğum kat pek alçak olduğundan, olsa olsa en fazladan ayağımı incittim sadece, imdadıma da hızır diye yetişen biri oldu hep. Mesela annem. Ne var ki yıllar geçtikçe oturduğum yerin katları da doğru orantılı olarak yükseldi... artık değil ayak burkmak, atladığında bir yerlerini kırmak ve daha da fenası o köpek gibi paramparça olmak riski de yükseliyordu yıllar boyu çıktığım katlarla beraber.

Bu köpeğin sonundan kurtulmanın tek yolu bu sorunlu mahalleden çıkıp gitmekti. Evimden ta uzaklara fırlamak. Herşeyi unutmak , çok uzaklara ayak basmayı becermek ve şanlı biyografimde bir milada damga vurmak. Böylelikle yine istediğim kadar zıplayıp, oynayabilir; şımarıklığıma şımarıklık katabilirdim. Yeni topraklarda beni hiç kimse hırpalayamazdı, beni kimse tanıyamazdı. Bu yeni yurda varış bir nevi üst kattan bir üste çıktığınızda aniden kendinizi bodrum katında bulmak çılgınlığıdır. İlk zamanlar yepyeni bir şaşkınlığa düşmek durumuna gururla sarılırsınız. Hiç bir zaman sizin olmamış yurdunuzdan çıkınca ilk başlarda çok yabancılık çektiğiniz gurbet sokaklarına filmlerde gördüğünüz sarışın bir afete vurulurcasına belki önce çekingenlikle ama bir yandan da heyecanla yaklaşırsınız. Tüm eski kurallara, emirlere, telaşelere, sıkıntılara defterinizde koca bir sıfır çekersiniz. Yepyeni bir hayat, hiç tahmin edemeyeceğiniz sesler, renkler, tenler, diller... Hafızasızlık ve gönüllü yetimlik gibi bedelleri de ödediniz mi size verilecek hediye bu taptaze fırından henüz çıkmış keyifli boşluktur işte. Gül gibi boşluğunuz, aslan gibi hiçliğiniz hayırlı olsundur. Tüm bu bedelleri ödedikten sonra dilediği gibi eski güzel günlerdeki gibi ilk kattaki pencereden atlayıp da koşup oynayabilir insan.

Tek problem pencereden atlar atlamaz göreceği manzaranın hiç de o kafadaki ev imajıyla benzeşmediğidir. Bir kez ev elden alınmıştır, bir kez yeni, cazipliğini size sunar, sizi içine çeker, ve eski ile birlikte herşey toprağa gömülür. Yüksek katlarda pencereden atlayarak ölmek yerine içsel bir ölümü tercih etmişinizdir. Seçenekler pek de cazip değil: Reel ölüm ya da sembolik ölüm? İlkini seçip helvanızı yedirmektense, ikincisini seçip bir hayalet olarak pencereden sanal atlayışlar gerçekleştirmeyi yeğlersiniz. Bravo.

Ya hakikat? İşte bir de onu atamazsan kafandan hapı tümden yutmuşsundur. Bir dağa bir mağaraya bir okyanusa şiddetli bir ihtiyaç duyarsın... Zira çağ mekansızlığı gırtlağına dayamış da tam gebermenin imkansız olduğu bir acaip Rus ruleti oynuyordur seninle.

Teşhis basit aslında: “Farkındasın ama korkaksın”. Ya ilaç?

Köpekler gibi korkuyordum. Sonumun o köpek gibi olacağından köpekler gibi korkuyordum. Ama hakikat gölgesinde kaldıkça da yumruğum sıkılaşıyordu işte. Kime vuracağını bile bilemeden... Karşısına çıkacak rezil mahlukata vurup vuramayacağına emin olmaksızın, havada öyle asılı kalmış bir yumruk...

Zaman geçtikçe bir o yana bir bu yana salınırsın. Bulunduğun katın mertebesinin çok bir anlamı kalmaz. Ayağın altına altın asansörler salınsa, kim bilir beliki düğmeye basmaya bile üşenirsin. Sadece güvenli bir mekandı halbuki istediğin: dağ mağara okyanus.

Tüm arzular toz duman içinde dağılır gider de... belki can çıkmadan akıllanır, dağdan fısıldanan bin tane yasayı Hak’kın bir zerresine; vaadedilen “bin dermanı” o seni evinden çıkaran, kızdıran, kastre eden, yamultan, kirleten “derde” değişmezsin. Kucağında yurtsuzluğun, alır başını gidersin.


Baratrion: Zeyneb'e Mektub — Decalogue I

3 comments:

Eleştirel Günlük said...

Yurtsuz olmayi isteyerek secmis olsaydik yurtsuzluk boyle "alti okka" koyamzdi adama...

Anonymous said...

Nasil gelisir karmasiklasirsa karmasiklassin, nasil size geldiginiz yeri ozletirse ozletsin, o ilk anlarin tadi bir baskadir.

Yepyeni bir hayat, hiç tahmin edemeyeceğiniz sesler, renkler, tenler, diller..

Evet iste tam da bunlar... Karli bir bozkirin ortasindaki kasabanin kucuk evindeki odasinda gece yarisi uzaktan gecen trenin savrulmus kirbaca benzyen sesini hic bir seye benzetememezlik, sonra o sogukta disari firlamalari yasamistim bir kere ... Cok hos bir deneyimdir...

mavi duvar said...

ilkini seçip helvasını yedirenler, badem ağaçları gölgesinde uyuyor. yersizlik yurtsuzluk batağında mışıl da mışıl uyuyor.
ikincisini seçip kendi helvamı yerken çektiğim acının tarifi olmuyor. yol, yok oluyor, ben yok oluyorum...
dar mağara kapısından içeri girdiğimde zihnim boşlukta sallanıyor, çıkışın olmadığını düşünüp ben sallanıyorum. ama ya siyah benekli köpek dışarda beni bekliyorsa?