amen-na

çok yalan söyledik
ne yalan söyleyeyim
çok yalan söyledik

ne yalan söyleyeyim
ölümü hakettin

üç kişilik aşk’a dair

bir adanın kenarında
uçurumun ardında
sevişir gibi yapardık da

inandıramazdım seni
bir türlü

ıslaklığımı
çiğ düşmüş yapraklarla
karıştırırdın

inanmazdın
alnından dökülen güneşle
beslenen göğsünde
kıpkırmızı güller taşıdığına
her dokunuşumun
rüzgarın teması
kulağına üflenenin
rüzgarın fısıltısı olduğuna

ihtirasını
bir röntgencinin varlığıyla
karıştırırdın
(sonra ellerimize alıp
taşları
sonsuz bir bosluğa
deliler gibi
hiç durmadan
yağdırırdık)

teninin sıcaklığı
bir tinercinin
kendini yakışından olmalıydı
(ve mumlar yakılırdı bir bir
aya yorgi’de
sana ibret olsun diye)

bu sessizliği bozan
uğultular
iç geçirişine denk düşerdi
dünyanın tüm serserilerinin

ve taylorist üretimin
gürültü kirliliğiydi
yureğimizdeki çarpıntılar

oysa onlar anlamadılar
o cok bilmiş
gözü doymamış
yabancılar

anlayamadık
arkamızda
pasaklı şahitler
bırakmanin gerekliliğini
her kirli öpüşmenin ardından

ey üç kisilik özgün aşklarımın
başrol oyuncusu
nasıl uçarsın şimdi
yüreğin incinmeden
hüznün birikmeden
kanadın kırılmadan
bu kahpe diyarlarda

ey canım, balığım ve ekmeğim
hay sen bildiğini okuyasın!

sincerely, vulgar

topuğa kuruş-un

sınır mı olurdu
ateş altındayken bu beden

zor inanması
bu çağda
o çağ ki,
"olasılık, atom fiziği"...
bilirim.
zordur inanması
ah, şu ıslah olmamış naivliğim...
kendini bilmezliğim.
anlamazlığım.

ismi geçende tam beş yıl yediğin
ülkemin
gülistan diye çağırdığım
görmediğim, ayak basmadığım
ülkemin
parçasıyken
bedenin,
ülkenin
parçasıyken
bedenim.

vulgar
"aynada iskeletini
görmeye kadar varan kaç
kaç kişi var şunun şurasında?"